1 Mart 2016 Salı

Kitap: Adalet

 Adalet / Ancillary Justice
 Ann Leckie
 Çeviri: Yaprak Onur
İthaki Yayınları
400 sayfa
            Adalet, saymaya üşeneceğim kadar çok ödül sahibi bir kitap. Kapağında bazılarını görüyoruz. Açıkçası bu ödül meselelerini pek takip etmem. 'Aa, bu kitap ödül almış bir okuyayım bakayım,' insanı değilimdir. Bilimkurgu da pek okumam. Ama... ama bu kitap güzeldi. Gerek karakterleriyle gerek evreniyle yazar bence iyi iş çıkarmış. Ki bu kitap yazarın ilk kitabı.
          Kahramanımız kocaman bir uzay gemisi. Bir takım olaylardan sonra insan bedenine sıkışıp kalmış bir gemi oluyor. Biyolojik bir bedene sahip yapay zeka diyebiliriz. Üstelik kızgın, ona yapılanları affetmiyor ve yıllar süren intikam planını hayata geçirmek için titizlikle çalışıyor.
          Ana konumuz bu minvalde giderken, işlenen temalar da oldukça güzel. Başta düalite, sonra parça ve bütünün ilişkisi, kimlik çatışması, zalimlerin zulmü mazlumların sindirilmesi, birini kişi olarak görebilmemizi sağlayan beden midir bilinç midir? gibi gibi... Yalnız benim gözüme en çok batan insanların zavallılığı oldu. Kendini medeni gören toplumların, ki bunlar  Radchaailar, her ne kadar kendilerini değerli mücevherle, ışıltılı camlarla süsleyip zarafet ve kibarlığın arkasına sığınsalar da bir yapay zekanın kölesi olduklarının gerçeğini gizleyemiyorlar. Katı kuralların içinde boğulup kalmışlar, en kötüsü de yaptığı yaramazlıkta haklı olduğunu direten çocuklar gibi şaşmaz bir kibirle bunun doğru olduğunu savunmaları. Zaten kitapta medeniyetin Raadchaailar üzerinden eleştirildiğini pek çok kısımda görüyoruz. Efendi olduğuna inandırılmış, kendi yarattıkları bir şeyin oyuncakları gibiler.
           Kitap iyi hoştu, yalnız ilk 150 sayfa sinirdi. Sıkıldım! Elim kitaba bir türlü gitmiyordu. İttire kaktıra okudum. Öncelikle cinsiyetsizlik kavramına bir alışmamız gerekiyor. Tabii bu arada isimler ve kurulan düzenle ilgili bilgiler de alıyoruz. Ama bunları daha tam anlayamadan; olmuş, olan ve olacak olayların bombardımanına maruz kalıyoruz. Kim ölmüş kim sağ kalmışı geç, kimdi kimdi, nerede ne olmuş bayağı bir çorba. Özellikle karakter diyaloglarıyla belirtilmek istenilen, ancak tam olmamış konuşmaların muğlaklığı, betimlerin yetersizliği ve özellikle fazlasıyla dikkat dağıtıcı yazım yanlışları bu sıkıcılığın temel etmeni olarak görüyorum. İthaki'nin 6.45'i sollayıp tahtına kurulmak istercesine önümüze koyduğu imla hatalarıyla bir taraftan kitap okurken bir taraftan bulmaca çözme keyfini de yaşıyoruz. Fakat umarım diğer kitaplar olan Kudret ve Merhamet böyle basılmaz. İthaki gibi bir yayınevine yakışmıyor doğrusu.
           Neyse ki dişimizi sıkıp devam ettiğimizde kitabın temposu artıyor, kimin kim olduğunu daha iyi öğrenip başta bahsedilen olayların ne olduğunu güzelce anlayıp, 'haa!" dedikten sonra satırlar su misali akıp gidiyor. Breq dersen zaten sevilesi bir karakter olmuş. 
           Genel olarak değerlendirirsem tüm olumsuzluklarına rağmen kitabı beğendim. Sanırım bu kitabın devamı olacak olan ikinci kitap Kudret ve üçüncü kitap Merhamet' i de alıp okumak niyetindeyim.
           Daha detaylı bir inceleme okumak isteyenler Adalet: Kolektivite Bize Yeni Bir Tat Katacak ve Adalet adlı incelemelere de göz atabilirler.        

9 Şubat 2016 Salı

Kitap: Bir Sosyopatın İtirafları

Bir Sosyopatın İtirafları / Confessions of a Sociopath
M. E. Thomas
Çeviri: Ekin Duru
Say Yayınları
Psikoloji Dizisi
293 sayfa
 
       Özet geçeyim; beğenmedim. Bu kitaba verdiğim parayla daha iyisini alabilirdim diye düşünüyorum. Ha, iyi bir tarafı yok mu? Var tabii. Yazarın kedini pohpohladığı; nasıl akıllı, zeki, çevik biri olduğunu ballandıra ballandıra anlattığı büyük kısmı çıkarırsak bir şeyler öğrenebiliyoruz.
 
       "Sürükleyici ve önemli bir kitap... Açığa vuran... Eğlence treninde unutulmaz bir yolculuk ..." demiş New York Times. Yok böyle bir yalan! Uçan kelleler, matruşkavari entrikalar beklemiyordum zaten. Yazar başta da bunun bir anı kitabı olduğunu, o anıların içinde de cana kast gibi şeyler olmadığını söylüyor. Havuzda boğulan minik fareciği saymazsak. Ancak böyle yavan bir abartıyla karşılaşmak da düşük beklentilerim için bile bir hayal kırıklığıydı. Çocuklukla ergenlik arasında sıkışıp kalmış yetişkin birinin 'benden başkası bok yesin' tarzı üslubuyla kitabı okumak...sıkıcı... çok sıkıcıydı.
       Peki sosyopat kimdir, nedir, ne yer, ne içer, nasıl yaşar? Kitabı okuduktan sonra iki üç kelamlık bir fikrimiz oluyor. Manipülasyonları, yalan söylemedeki rahatlıkları, kendi çıkarlarının herkesten üstünlüğü, duygu yoksunlukları ve bunların getirileri götürüleri gibi. Yazarımız diyor ki çoğu başarılı insanın arkasında bir sosyopat yatırıyor. Çünkü iş dünyasının koşulları bu nitelikleri gerektiriyor. Kevin Dutton'ın yazdığı Olağan Psikopatlar adlı kitapta bunu örnekleriyle okuyup görebiliyoruz. Ancak bu durum sosyopat insanlara karşı gösterilen hoşnutsuz yaklaşımı pek engellemiyor. Gerçi Sherlock Holmes küçük bir istisna. "Ben psikopat değilim, yüksek işlevli bir sosyopatım," diyerek sosyopat haliyle gönülleri feth etmiş, kanımca olumsuz yargıda bir delik açmıştır.   
       Sosyopatlara yaklaşım böyle olunca yazarımız da soruyor tabii; "Hoşunuza gitmeyen kişilere nasıl davranmalısınız?" s. 56
       Nasıl davrandıkları hakkında da iyi kötü bir cevap veriyor:
"İnsanlar sosyopatlardan hoşlanmıyorlar. Kitaplar ve web sayfaları sosyopatları keşfetme ve dışlama yöntemleriyle dolu: O insanlarla konuşmayın, çevrelerinde bulunmayın, onların sizi tuzağa düşürmelerine izin vermeyin." s. 293
       Peki sosyopatlığın tedavisi mümkün müdür?
"...Yanı Başımızdaki Sosyopat (The Sociopath Next Door) kitabının yazarı ve Harvard Tıp Fakültesi öğretim üyesi Martha Stout gibi sağlık uzmanları dahil sosyopatları tanılamak yerine "kimliğini saptamaktan" söz ediyorlar. Buradaki mesaj açık. Bu insanlar sosyopattır, sosyopati çeken kişiler değil. Tanılamak ancak tedavisi mümkün olan kişiler için geçerlidir. Sosyopatlar için etkili bir tedavi bulunmadığından üzerinde durulması gereken sosyopatlarla ilgili ne yapılacağıdır. Bıçak Sırtı'nda toplum empati duymayan yaratıkların kaderi hakkında kesin bir karara varıyordu." s. 50
       Ve işte böylece topluma karşı sesi cılız olan rahatça yaşayabilmek için maskelerini takıyor.
 
       Kitabın kapağında bir maske resmi var. Kapağı kaldırdığımızda maskenin ardındaki insanı okuyoruz. -Hımm, aslında bu kitap söz konusu olunca okumaya çalışıyoruz demek daha doğru olur.- Ama düşününce temelde hepimizin bir maskesi var. Eşcinseller maskelerin ardına saklanmak zorundalar, inanışı ya da düşüncesi azınlıkta olanlar maskelerle dolaşıyorlar, içim kan ağlıyor da gülüyorum ben diyenlerin yüzlerinde maske var ve nicesinin. Dünya kocaman bir maskeli balo. 
       Neyse, kitaba dönecek olursak... Ergenliğin abarlıtılı ben merkezciliğini atlatamamış, sosyopat bir hanımefendinin ahlak ve empatiler dünyasında nasıl yaşadığına dair sıraladığı satırları okumak isterseniz iyi bir kitap olabilir. Ailesiyle ilişkilerine göz atarsınız, çevresindeki insanları ve sevgililerini nasıl kullandığına tanık olursunuz, sosyopat kişiliğinin hayatına olumlu ya da olumsuz etkilerini görürsünüz. Her ne kadar tek taraflı bir bakış açısıyla yazılmış olduğunu düşünsem de... Bir de sosyopatın karşısındaki adama sormak lazım yani, nasıl bu işler diye. Çok sabırlı biri olmak gerektirdiği kesin. Her iki lafından teki yalan olabilen, çıkarı söz konusuysa saniyede adamı satabilen, karşısındaki insanı elindeki kaşık gibi fütursuzca kullanabilen birinden bahsediyoruz. Bunları yaparken de karşımdaki üzülecekmiş, incinecekmiş demek hak getire. Böyle birini idare etmek zor. E, herkes de bir John Watson değil. Onun bile kötü günleri var. :)

14 Mayıs 2015 Perşembe

İncili Ayna...

Bu incili aynalar bayanlar arasında baya popülermiş. Hiç haberim yoktu. Bir arkadaşın ricası üzerine varlılarından haberdar oldum. "Bunlardan bana yapar mısın?" diye sordu. "Denerim," dedim. Malzemeleri aldım, kolları sıvayıp bismillah dedikten sonra da yapmaya başladım. Yapımı oldukça kolay ve eğlenceli. Bitirdikten sonra bir tane daha yapsam mı diye düşünmedim değil.
MALZEMELER:
   - 3'lü ayna seti
   - Bir paket krem rengi yarım inci. 250 gr. (8 veya 10 milimlik.) Ben 8 mm'lik kullandım.
   - Swaroski taş şerit.
   - Kuruyunca şeffaflaşan tutkal.
   - Süslemek için 9 adet altın rengi çiçek.

15 Nisan 2015 Çarşamba

Nikah Şekeri Yapımı; Lila Nikah Şekeri ve Sabunu...

                 Bu yazıda kardeşimin nikah töreni için yaptığım güzellikleri anlatayım dedim. Misafirlerce bayağı beğenildi. Ben de tüm alçak gönüllüğümle (!) beğenileri kabul ettim tabii ki. Neyse, bunları yaparken neler kullanmışım onları yazayım ben.
                               MALZEMELER
                               - Mini sabunlarımız. 20 gr'lik olanlardan. Sabunların ortasındaki yıldız baskısı normalde renksiz. İşim gücüm yok ya boyayım dedim. :)
                                - Nikah şekeri tülü
                                - Minik tüllü beyaz güller
                                - Cipso ya da tohum dediğimiz pıtırcıklardan.
                                - 2 mm'lik mor inci boncuk. Resimde biraz kahve gibi çıkmışlar, ama aslında koyu morlar.
                                - Dizi beyaz inci. Dizi olmasa da olur. İnci incidir.
                                - 30'luk ince, gümüş rengi çiçek teli.
                                - 6 mm'lik saten lila kurdele
                                - 10 mm'lik organze beyaz kurdele
                                - 10 katlı nakış ipi.  
                                - Beyaz tüy.
                                - Akrilik boya -kumaş boyası da olur, artık elinizde ne varsa- (beyaz ve koyu mor), fırça, bir parça sünger.
                                - Ve yardımcı malzemeler; Sıcak silikon, iğne iplik, makas, yan keski gibi.
VE BAŞLIYABİLİRİZ ARTIK...
                                Önce koyu mor ve beyaz boyayı uygun gördüğünüz koyulukta karıştırarak lila boyamızı hazırlıyoruz. Sonra bir parça süngerin üzerine boyayı az miktarda sürüp, beyaz güllerin baş kısmını süngere hafifçe bastırıyoruz. Böylece yaprakların uçları kolayca boyanmış oluyor. Bu kısımda fazla özenli olmanıza gerek yok. 
                                Aynı işlemi bu sefer koyu morla tekrarlıyoruz. Fakat, gülleri boyaya çok hafif değdiriyoruz. Yaprakların sadece uçları boyanacak kadar.
                                Güllerimiz kururken süngeri alıp nişan tüllerimizin başına geçiyoruz. Koyu mora batırdığımız süngeri patanlayarak tüllerin sadece uç kısımlarını boyuyoruz.  
                                Dilerseniz, benim yaptığım gibi, süngerde kalan boyayla tomurcuklara da biraz renk verebilirsiniz.
                                Sıra geliyor beyaz incilere ve tele. Biri üç, biri dört boncuklu minik dallar hazırlıyoruz. Aşağı resimdeki gibi.

                               Organze tüllerden fazla büyük olmayan, göz kararı fiyonklar yapıyoruz. Her bir sabun için bir tane yeterli.

                                Buraya kadar hala pes etmediyseniz, şimdi malzemeleri birleştirme zamanı. Sabunu desenli kısmı alta gelecek şekilde tüle koyuyoruz. İster tomurcuğun dalını kullanarak ister iple tülü bağlayabilirsiniz. Tomurcuğun uzun kalan sapını yan keski yardımıyla kesip atıyoruz.

                                Aynı uzunlukta kestiğimiz simli nakış ipini ve lila saten kurdeleyi tomurcuğun altında olacak şekilde tülün etrafına dolayıp düğümlüyoruz.

                                Tüyü ve organze fiyonklarımızı yapıştırmaya geldi sıra. Tüy çok uzun olduğu için yarısını kestim. Sıcak silikonla organzeyi tomurcuğun altına, düğümlerin üstüne gelecek şekilde yapıştırdım. Tüyü de sol üst köşeye gelecek şekilde.
                                     Sonra tomurcuğu biraz ittirip hemen yanına, sapını kestiğim beyaz gülü sıcak silikonla tutturdum. Gülün arkasında duracak şekilde de incileri ekledim.

                                Son olarak tomurcukların ortasına mor incilerden birer tane yapıştırdım ki böyle çiçek gibi görünsün.
                                İsim etiketleri de eklenince dağıtılmaya hazır hale geldi.  
                               Bu kutunun içinde de şeker var. Nikah şekersiz olmaz tabii. Başka bir yazıda da onları nasıl yaptığımı anlatırım. Şimdilik bu kadar. :) 

27 Şubat 2014 Perşembe

Kitap: Mezarlık Kitabı

      
< “Kendisinden başka kimseye benzemiyor,” dedi Bayan Owens kesin bir şekilde. “Hiç kimseye benzemiyor.”
           “Öyleyse ismi Nobody olsun,” dedi Silas. “Nobody Owens.” >
       Arka kapak:
       "Arkadaşlarının Bod diye hitap ettiği Nobody Owens normal bir çocuktur.
       Eğer bir mezarlıkta yaşamasaydı, hayaletler tarafından büyütülüp yetiştirilmeseydi ve yanında ne canlıların ne de ölülerin dünyasına ait olan sadık bir koruyucusu olmasaydı, Bod tamamıyla normal olurdu.
       Bir çocuk için mezarlıkta tehlikeler ve maceralar vardır -tepenin altındaki çok yaşlı Çivit Renkli Adam, gulyabanilerin terk edilmiş şehrinin bulunduğu çöle açılan bir geçit, korkunç bir tehdit saçan tuhaf Bekçi...
       Ama Bod mezarlıktan ayrılırsa, ailesini de öldürmüş olan Jack denen adamın saldırısına uğrayacaktır..."
      
      Yazar: Neil Gaiman
      Yayın evi: İthaki
      Çeviri: Evrim Öncül
 
        Jack adında kaçık bir adam sisli bir gecede bir eve girer. Anneyi, babayı, büyük kardeşi öldürdükten sonra, tabaktaki en lezzetli lokmaların sona bırakılması gibi, katliamın finalini bebekle yapmak için evin küçük çocuğunun peşine düşer. Ama hevesi kursağında kalır. Dış kapıyı açık bulan meraklı hınzır çoktan firar etmiştir. Jack de emekleyen bebeğin peşine düşer ve onu sokağın aşağısındaki mezarlığa kadar takip eder. Hevesi yine kursağında kalacaktır. Mezarlıktaki hayaletler bebeğin peşindeki katili görüp, çocuğu korumaları altına almıştır. Bod artık mezarlıkta büyüyecek, ölülerin hünerlerine sahip olmak için çalışacak ve zamanı geldiğinde peşindeki katilin peşine düşecektir.      
        Mezarlık Kitabı, 2009 Newbery Medal Ödülü, 2009 Hugo En İyi Roman ve yazmaya üşendiğim birçok ödülü almış bir çocuk kitabı. Haliyle 284 sayfalık ince bir şey. Fakat bu incelik yanıltmasın. Anlatımı sade ve akıcı olsa da iki günde bitiririm kitabı değil. Yazar hiçbir kelimeyi boşa kullanmamış. Sarf edilen bir cümle ya da basit bir olay sayfalar sonra karşınıza bir şekilde çıkıyor. Ayrıca başta mezarlık ahalisi olmak üzere birbirinden ilginç fazlaca karakterle tanışıyoruz. Şahsen Gulyabanileri okumak çok zevkliydi.
       <"Siz kimsiniz?" diye sordu Bod.
       "Bizler," dedi yaratıklardan biri -Bod onların kendisinden biraz daha büyük olduğunu fark etti- "en mühim halkız, evet öyleyiz. Bu, Westminister Dükü."
       Yaratıkların en büyüğü başıyla selam verip, "Kıvanç duydum, kesinlikle," dedi.
       "...Ve bu da Bath ve Wels Piskoposu..."
       "...Ve ben de Saygıdeyer Harchibald Fitzhugh olma şerefine nailim. Emrine amadeyiz." > 
       Kitabın en karizmatik karakteri Silas; Bod'un koruyucusu, akıl hocası, bir sakinlik abidesi, bilgelik dolu bir herif. Yerinde olmak istenilen değil, yanında olmak istenilen bir kişilik. Tanrı'nın Tazıları, Gecesıskaları, hayalet cadı Liza, Romalılar, Bekçi ve daha pek çok kişi Bod'un mezarlıktaki kasvetli gri dünyasını renklendiriyor.      
      Kitabın başka bir hoşluğu da sayfalar arasındaki resimler. İllüstrasyonlar Dave McKean'a ait. İşte birkaçı. 
       Mezarlık Kitabı, benim ilk Neil Gaiman kitabım. Yazarı takip edenler bu kitabı diğerlerine göre sönük bulmuş olsalar da yazarın ustalığına ve hayal gücüne diyecek laf yok. Evet, kitap başlarda biraz durgun ilerliyor, ancak olaylar Jack'in de dahil olmasıyla hareketleniyor. Gerilim yüklü bir kaç-kovala oyunu başlıyor. Ve tahmin edilebilir olaylar tahmin edilemeyen bir şekilde bitiyor.
       Uzun lafın kısası; bu kitabı okuma şansına sahip olanlar bir zahmet o şansı geri tepmesinler. Gerek anlatılanlarla gerek anlatılmak istenilenlerle naif, dolu dolu bir kitap. Yok benim okumakla pek aram yoktur diyenlere de iyi bir haber; Mezarlık Kitabı iki bölümlük bir çizgi roman olacakmış. Daha detaylı bilgi için buraya buyurun.

22 Ocak 2014 Çarşamba

Kitap: Dedektif Kurukafa - Ateşle Oynama


      Derek Landy'nin yazmış olduğu Dedektif Kurufaka serisinin ilk iki kitabını okudum ve gayet eğlenceli buldum.
      1. Kitap - Dedektif Kurukafa
      2. Kitap - Ateşle Oynama

      Toplamda 9 kitap. 10 da olabilir, emin değilim. Ama en az 9 kitap var, ondan eminim. Genç okurlara yönelik yazılmış olduğundan anlatımı sade. İnce ince detay, sayfa sayfa betimleme beklemeyin yani. Ama eğlenceli, akıcı. Şöyle bir bakayım diye kitabı elime aldığımda ellinci sayfaya gelmişim.
      Olayları genellikle Valkyrie'nin gözünden takip ediyoruz. Kendisi bildiğimiz dünyanın sıkıcılığından bunalmış 12 yaşlarında bir kız. Ünlü bir yazar olan amcasının ölümüyle Dedektif  Kurukafa ile tanışıyor. Sonra da sıkılmaya dahi vakit bulamıyor. Bir yandan Büyücülerin heyecan dolu dünyasını tanımaya uğraşıyor, bir yandan da kötü adamları kovalarken hayatta kalmaya çalışıyor. Dedektifin çırağı olmak kolay bir iş değil. Dedektif Kurukafa da bunu kolaylaştırmak için pek bir şey yapmıyor. Ama Valkyrie kararlı, okul ve ev arasında gidip geldiği o sıkıcı dünyaya geri dönmeye hiç niyeti yok. Diğer çırakların başına neler geldiğini öğrenmek bile onu vazgeçirmiyor.
      İkinci kitapta kahramanlarımız hapishaneden kaçan zeki ve çok güçlü bir büyücü olan Baron Vengeous'u durdurmaya çalışıyorlar. Bir bakışıyla adamı paramparça ederek öldürebilen birini durdurmak kolay değil elbette. Kana susamış vampirleri ve kafadan çatlak adamları da unutmamak lazım.
      Güçlü bir büyücü olan Dedektifimiz kitaptaki en eğlenceli karakter. Şakacı, egoist, her lafa bir cevabı var. Çok fazla görünmüyor, ama Yaytopuklu Jack'i de okumak keyifliydi. Ve sayfaların arasında daha bir çok renkli karakter bizleri bekliyor.
      Kitap kapakları şimdiye değin gördüğüm en güzel kapaklar. Renkli, fakat karanlık gizemlerle dolu bir dünyayı başarıyla yansıtıyor.  Özellikle ciltli olanları pek bir afili duruyor.
      Duyduğuma göre bu serinin filmi de yapılacakmış. Merakla bekliyorum. Umarım kitabın o karanlık yönünü de göz ardı etmeden güzel bir yapım ortaya koyarlar. Açıkçası kitapları okurken hep, bu seri yetişkinler için yazılsaymış nasıl olurmuş acaba, deyip durdum.
      Sonuç olarak birbirinden ilginç karakterlerle dolu, güzel bir macera kitabı okumak için bu kitaplar iyi bir fırsat.

10 Aralık 2013 Salı

Nişan Tepsisi

 
       Yaptığım ilk nişan tepsisi. Muhtemelen sonuncusu da olur. :) Nişan düğün gördü mü arkasına bakmadan kaçan adama nişan tepsisi yaptırdılar ya, ne diyim artık! Kardeş işte. Bu tepsiyi de onunla beraber yaptık, yeri gelmişken söyleyeyim. Ellerine sağlık, diyorum. Yaparken söylensek de çok keyif aldığım bir çalışma oldu. :)    
       Peki nasıl yaptık bu tepsiyi?
       Çarşıda gezilmedik dükkan, internette bakılmadık site kalmadıktan sonra mutfaktaki çay tepsisini gözümüze kestirdik. Hani 5-10 liraya satılan, plastik tepsiler var ya bu da ondan işte. Hatta bir köşesi de kırıktı.
       Biz tepsiyi kaplamak için çok ince olmayan, üstü hafif sedefli bir kumaş seçtik. Bir metre kumaş fazla fazla geldi. Taş çatlasa yarısını kullanmışızdır.
       Tepsiyi kaplamadan önce kumaşın altına A4 kağıdı koyduk ki tepsinin deseni görünmesin. Kağıdı yapıştırdıktan sonra kumaşı da onun üstüne yapıştırdık. Silikon hemen kuruduğu için dalga dalga izler oluştu. Eğer bunlar sorun olacaksa başka bir yapıştırıcı kullanın derim ya da sıcak silikonu çok ince, yükseklik oluşturmayacak şekilde sürebilmenin bir yolunu bulmanız gerekiyor.  
       Biraz uğraştık, pes etmedik, tepsinin altını üstünü kumaşla güzelce kapladık. Sonrası daha eğlenceliydi. Tepsinin iç kısmının kenarlarını boydan boya pullu kurdeleyle çevirdik. Bu kurdeleler hazır satılıyor. Renk renk, desen desen. Alıp silikonla yapıştırıyorsunuz sadece. Sonra yarım incileri serpiştirdik. En son da gülleri yapıştırdık.   
      
        Böylece gül yapmayı da öğrenmiş oldum. :) Tepsiyi kapladığımız kumaştan yaklaşık 70 santim uzunluğunda, iki parmaktan az daha geniş şeritler keserek gülü yapmak için kullanacağım kurdeleleri elde etmiş oldum. İstediğim şekli elde ettikten sonra gümüş yaldızlı ojeyle boyadım. Özellikle oje kullandım, zira onun ışıltısı diğer boyalara göre daha canlı.
      
 Gülleri nasıl yaptım? Buradaki videoda.
 
      Makasımız :) 
 
      Nazar boncuğu olmadan olmaz tabii :)