1 Mart 2016 Salı

Kitap: Adalet

 Adalet / Ancillary Justice
 Ann Leckie
 Çeviri: Yaprak Onur
İthaki Yayınları
400 sayfa
            Adalet, saymaya üşeneceğim kadar çok ödül sahibi bir kitap. Kapağında bazılarını görüyoruz. Açıkçası bu ödül meselelerini pek takip etmem. 'Aa, bu kitap ödül almış bir okuyayım bakayım,' insanı değilimdir. Bilimkurgu da pek okumam. Ama... ama bu kitap güzeldi. Gerek karakterleriyle gerek evreniyle yazar bence iyi iş çıkarmış. Ki bu kitap yazarın ilk kitabı.
          Kahramanımız kocaman bir uzay gemisi. Bir takım olaylardan sonra insan bedenine sıkışıp kalmış bir gemi oluyor. Biyolojik bir bedene sahip yapay zeka diyebiliriz. Üstelik kızgın, ona yapılanları affetmiyor ve yıllar süren intikam planını hayata geçirmek için titizlikle çalışıyor.
          Ana konumuz bu minvalde giderken, işlenen temalar da oldukça güzel. Başta düalite, sonra parça ve bütünün ilişkisi, kimlik çatışması, zalimlerin zulmü mazlumların sindirilmesi, birini kişi olarak görebilmemizi sağlayan beden midir bilinç midir? gibi gibi... Yalnız benim gözüme en çok batan insanların zavallılığı oldu. Kendini medeni gören toplumların, ki bunlar  Radchaailar, her ne kadar kendilerini değerli mücevherle, ışıltılı camlarla süsleyip zarafet ve kibarlığın arkasına sığınsalar da bir yapay zekanın kölesi olduklarının gerçeğini gizleyemiyorlar. Katı kuralların içinde boğulup kalmışlar, en kötüsü de yaptığı yaramazlıkta haklı olduğunu direten çocuklar gibi şaşmaz bir kibirle bunun doğru olduğunu savunmaları. Zaten kitapta medeniyetin Raadchaailar üzerinden eleştirildiğini pek çok kısımda görüyoruz. Efendi olduğuna inandırılmış, kendi yarattıkları bir şeyin oyuncakları gibiler.
           Kitap iyi hoştu, yalnız ilk 150 sayfa sinirdi. Sıkıldım! Elim kitaba bir türlü gitmiyordu. İttire kaktıra okudum. Öncelikle cinsiyetsizlik kavramına bir alışmamız gerekiyor. Tabii bu arada isimler ve kurulan düzenle ilgili bilgiler de alıyoruz. Ama bunları daha tam anlayamadan; olmuş, olan ve olacak olayların bombardımanına maruz kalıyoruz. Kim ölmüş kim sağ kalmışı geç, kimdi kimdi, nerede ne olmuş bayağı bir çorba. Özellikle karakter diyaloglarıyla belirtilmek istenilen, ancak tam olmamış konuşmaların muğlaklığı, betimlerin yetersizliği ve özellikle fazlasıyla dikkat dağıtıcı yazım yanlışları bu sıkıcılığın temel etmeni olarak görüyorum. İthaki'nin 6.45'i sollayıp tahtına kurulmak istercesine önümüze koyduğu imla hatalarıyla bir taraftan kitap okurken bir taraftan bulmaca çözme keyfini de yaşıyoruz. Fakat umarım diğer kitaplar olan Kudret ve Merhamet böyle basılmaz. İthaki gibi bir yayınevine yakışmıyor doğrusu.
           Neyse ki dişimizi sıkıp devam ettiğimizde kitabın temposu artıyor, kimin kim olduğunu daha iyi öğrenip başta bahsedilen olayların ne olduğunu güzelce anlayıp, 'haa!" dedikten sonra satırlar su misali akıp gidiyor. Breq dersen zaten sevilesi bir karakter olmuş. 
           Genel olarak değerlendirirsem tüm olumsuzluklarına rağmen kitabı beğendim. Sanırım bu kitabın devamı olacak olan ikinci kitap Kudret ve üçüncü kitap Merhamet' i de alıp okumak niyetindeyim.
           Daha detaylı bir inceleme okumak isteyenler Adalet: Kolektivite Bize Yeni Bir Tat Katacak ve Adalet adlı incelemelere de göz atabilirler.        

9 Şubat 2016 Salı

Kitap: Bir Sosyopatın İtirafları

Bir Sosyopatın İtirafları / Confessions of a Sociopath
M. E. Thomas
Çeviri: Ekin Duru
Say Yayınları
Psikoloji Dizisi
293 sayfa
 
       Özet geçeyim; beğenmedim. Bu kitaba verdiğim parayla daha iyisini alabilirdim diye düşünüyorum. Ha, iyi bir tarafı yok mu? Var tabii. Yazarın kedini pohpohladığı; nasıl akıllı, zeki, çevik biri olduğunu ballandıra ballandıra anlattığı büyük kısmı çıkarırsak bir şeyler öğrenebiliyoruz.
 
       "Sürükleyici ve önemli bir kitap... Açığa vuran... Eğlence treninde unutulmaz bir yolculuk ..." demiş New York Times. Yok böyle bir yalan! Uçan kelleler, matruşkavari entrikalar beklemiyordum zaten. Yazar başta da bunun bir anı kitabı olduğunu, o anıların içinde de cana kast gibi şeyler olmadığını söylüyor. Havuzda boğulan minik fareciği saymazsak. Ancak böyle yavan bir abartıyla karşılaşmak da düşük beklentilerim için bile bir hayal kırıklığıydı. Çocuklukla ergenlik arasında sıkışıp kalmış yetişkin birinin 'benden başkası bok yesin' tarzı üslubuyla kitabı okumak...sıkıcı... çok sıkıcıydı.
       Peki sosyopat kimdir, nedir, ne yer, ne içer, nasıl yaşar? Kitabı okuduktan sonra iki üç kelamlık bir fikrimiz oluyor. Manipülasyonları, yalan söylemedeki rahatlıkları, kendi çıkarlarının herkesten üstünlüğü, duygu yoksunlukları ve bunların getirileri götürüleri gibi. Yazarımız diyor ki çoğu başarılı insanın arkasında bir sosyopat yatırıyor. Çünkü iş dünyasının koşulları bu nitelikleri gerektiriyor. Kevin Dutton'ın yazdığı Olağan Psikopatlar adlı kitapta bunu örnekleriyle okuyup görebiliyoruz. Ancak bu durum sosyopat insanlara karşı gösterilen hoşnutsuz yaklaşımı pek engellemiyor. Gerçi Sherlock Holmes küçük bir istisna. "Ben psikopat değilim, yüksek işlevli bir sosyopatım," diyerek sosyopat haliyle gönülleri feth etmiş, kanımca olumsuz yargıda bir delik açmıştır.   
       Sosyopatlara yaklaşım böyle olunca yazarımız da soruyor tabii; "Hoşunuza gitmeyen kişilere nasıl davranmalısınız?" s. 56
       Nasıl davrandıkları hakkında da iyi kötü bir cevap veriyor:
"İnsanlar sosyopatlardan hoşlanmıyorlar. Kitaplar ve web sayfaları sosyopatları keşfetme ve dışlama yöntemleriyle dolu: O insanlarla konuşmayın, çevrelerinde bulunmayın, onların sizi tuzağa düşürmelerine izin vermeyin." s. 293
       Peki sosyopatlığın tedavisi mümkün müdür?
"...Yanı Başımızdaki Sosyopat (The Sociopath Next Door) kitabının yazarı ve Harvard Tıp Fakültesi öğretim üyesi Martha Stout gibi sağlık uzmanları dahil sosyopatları tanılamak yerine "kimliğini saptamaktan" söz ediyorlar. Buradaki mesaj açık. Bu insanlar sosyopattır, sosyopati çeken kişiler değil. Tanılamak ancak tedavisi mümkün olan kişiler için geçerlidir. Sosyopatlar için etkili bir tedavi bulunmadığından üzerinde durulması gereken sosyopatlarla ilgili ne yapılacağıdır. Bıçak Sırtı'nda toplum empati duymayan yaratıkların kaderi hakkında kesin bir karara varıyordu." s. 50
       Ve işte böylece topluma karşı sesi cılız olan rahatça yaşayabilmek için maskelerini takıyor.
 
       Kitabın kapağında bir maske resmi var. Kapağı kaldırdığımızda maskenin ardındaki insanı okuyoruz. -Hımm, aslında bu kitap söz konusu olunca okumaya çalışıyoruz demek daha doğru olur.- Ama düşününce temelde hepimizin bir maskesi var. Eşcinseller maskelerin ardına saklanmak zorundalar, inanışı ya da düşüncesi azınlıkta olanlar maskelerle dolaşıyorlar, içim kan ağlıyor da gülüyorum ben diyenlerin yüzlerinde maske var ve nicesinin. Dünya kocaman bir maskeli balo. 
       Neyse, kitaba dönecek olursak... Ergenliğin abarlıtılı ben merkezciliğini atlatamamış, sosyopat bir hanımefendinin ahlak ve empatiler dünyasında nasıl yaşadığına dair sıraladığı satırları okumak isterseniz iyi bir kitap olabilir. Ailesiyle ilişkilerine göz atarsınız, çevresindeki insanları ve sevgililerini nasıl kullandığına tanık olursunuz, sosyopat kişiliğinin hayatına olumlu ya da olumsuz etkilerini görürsünüz. Her ne kadar tek taraflı bir bakış açısıyla yazılmış olduğunu düşünsem de... Bir de sosyopatın karşısındaki adama sormak lazım yani, nasıl bu işler diye. Çok sabırlı biri olmak gerektirdiği kesin. Her iki lafından teki yalan olabilen, çıkarı söz konusuysa saniyede adamı satabilen, karşısındaki insanı elindeki kaşık gibi fütursuzca kullanabilen birinden bahsediyoruz. Bunları yaparken de karşımdaki üzülecekmiş, incinecekmiş demek hak getire. Böyle birini idare etmek zor. E, herkes de bir John Watson değil. Onun bile kötü günleri var. :)